16 Haziran 2012 Cumartesi

Giriş




Bir yapı veya eserdeki harikalığı anlayabilmek ve takdir edebilmek için, çoğu zaman o yapı veya eser hakkında detaylı bilgi edinmek, onun hakkında düşünmek gerekir. Örneğin Mısır piramitleri hakkında detaylı bilgisi olmayan biri, bunları sadece çöl ortasındaki taş yığınları olarak görebilir, hatta neden dünyanın 7 harikasından biri olduklarına bir anlam veremeyebilir. Ancak bu piramitlerin her birinin ortalama 2.5 ton ağırlığında, yaklaşık 2.3 milyon taş bloktan oluştuğu, piramitlerin araziye yerleştirilmesinde kullanılan geometri bilgisi, taşların kesimindeki titizlik, yapının dev boyutu ve bu piramitlerin yapıldığı dönemdeki koşul ve teknoloji öğrenildiğinde, ortada gerçekten bir harika olduğu açıkça görülecektir. Piramitlerin iç mimarisi, içlerindeki dehlizler ve daha birçok sır nokta öğrenildiğindeyse, bu harikalara duyulan hayranlık daha da artacaktır.
Bu örnekte olduğu gibi, dış görünüşünün mükemmelliği yanında birçok harika özelliğe sahip olan insan vücudu için de aynı durum söz konusudur. İnsan eğer detayları öğrenmez ve bunlar üzerinde düşünmezse, her an iç içe yaşadığı mucizelerin farkına varamaz. Oysa, karşıdan gelen arabanın kendisine çarpacağını zannedip korktuğunda, gribe yakalandığında, kan basıncı yükseldiğinde ya da bir arkadaşı ile karşılaşıp selamlaştığında, her insanın vücudunda olağanüstü olaylar gerçekleşir. Saniyeler, hatta saliseler içinde gözle görülemeyecek kadar küçük moleküller, insanın içinde arı gibi çalışarak, insanın kendisinin dahi anlamakta güçlük çekeceği kadar karmaşık olan ve çok fazla bilgi ve uzmanlık gerektiren işler yaparlar.
Tüm evreni, canlıları ve insanı yaratan Yüce Allah, şüphesiz bu kusursuz sistemleri ve muhteşem yetenekleri olan molekülleri bir amaçla yaratmıştır. Bu nedenle akıl ve vicdan sahibi her insan, Allah’ın yaratışındaki mucizeleri öğrenmeli ve bunlar üzerinde düşünmelidir. Bunları öğrenmek, bu harikaları yaratan Rabbimiz’in sonsuz gücünü, ilmini, aklını, büyüklüğünü ve azametini daha iyi kavramamıza vesile olur. Allah’ın ayetinde bildirdiği gibi “…Kulları içinde ise Allah’tan ancak alim olanlar ‘içleri titreyerek-korkar…” (Fatır Suresi, 28)
Bu kitap, Rahman ve Rahim olan Rabbimiz’in varlığının bazı delillerini, O’nun yaratışındaki kusursuzluğu herkesin kolayca görüp anlayabileceği ve üzerinde düşünebileceği şekilde anlatmak için hazırlandı. İnsan, Allah’ın yarattığı bir varlıktır. Kitap boyunca da görüleceği gibi, atomlarına, en küçük molekülüne  kadar Allah’ın ilmiyle hareket etmektedir ve evrendeki tüm varlıklar gibi O’nun gücüne boyun eğmiş durumdadır.

AKILLI TASARIM YANİ YARATILIŞ

Allah’ın yaratmak için tasarım yapmaya ihtiyacı yoktur
Kitap boyunca yer yer kullanılan ‘tasarım’ ifadesinin doğru anlaşılması önemlidir. Allah’ın kusursuz bir tasarım yaratmış olması, Rabbimiz’in önce plan yaptığı daha sonra yarattığı anlamına gelmez. Bilinmelidir ki, yerlerin ve göklerin Rabbi olan Allah’ın yaratmak için herhangi bir ‘tasarım’ yapmaya ihtiyacı yoktur. Allah’ın tasarlaması ve yaratması aynı anda olur. Allah bu tür eksikliklerden münezzehtir.
Allah’ın, bir şeyin ya da bir işin olmasını dilediğinde, onun olması için yalnızca “Ol!” demesi yeterlidir. Ayetlerde şöyle buyurulmaktadır:
Bir şeyi dilediği zaman, O’nun emri yalnızca: “Ol” demesidir; o da hemen oluverir. (Yasin Suresi, 82)
Gökleri ve yeri (bir örnek edinmeksizin) yaratandır. O, bir işin olmasına karar verirse, ona yalnızca “OL” der, o da hemen oluverir. (Bakara Suresi, 117)

1. Konu: Kandaki Sıvı Oranını Kontrol Eden Denetçiler



İnsan vücudundaki su miktarı son derece önemlidir. Suyun belirli bir seviyenin altına düşmesi veya vücutta gereğinden fazla su birikmesi insan hayatı için tehlikeli sonuçlar doğurmaktadır. Peki siz vücudunuz için en ideal su miktarının ne olduğunu biliyor musunuz? Dahası her an vücudunuzdaki su oranını tespit edip, gerekli miktarı sağlayabilecek önlemleri alabiliyor musunuz? Elbette ki hayır. Belki de bu satırları okuyana kadar bu konu hakkında hiç düşünmediniz bile. Çünkü vücudunuzda, bu önemli görevi sizin için kusursuzca yerine getiren olağanüstü bir sistem bulunmaktadır. Bu sistemin detayları insanı hayran bırakan birçok yaratılış mucizesi içerir. Şimdi bu sistemi inceleyelim:
Beyindeki hipotalamus hücrelerinin zarlarında alıcılar bulunmaktadır. Bu alıcılar kandaki sıvı miktarını ölçmekle görevlidirler. Dikkat edilirse, kandaki sıvı miktarını ölçenler, laborant veya doktorlar değil, gözle dahi göremediğimiz kadar küçük olan hücrenin incecik zarındaki çok minik alıcılardır. Bu alıcıların üstlendikleri görevin ne kadar büyük bir bilgi, yetenek ve teknik gerektirdiğini anlamak için şöyle bir kıyaslama yapalım: Bir insanın önüne bir şişe kan konduğunda, bu kanın içindeki sıvı oranını söyleyemez. Böyle bir hesabı yapabilmek için konu hakkında uzmanlık bilgisine sahip olması gerekir. Bu da yeterli değildir. Ayrıca gerekli ölçümleri yapabileceği bir laboratuvara ve donanıma ihtiyacı vardır. Oysa, hücre zarındaki alıcılar, hiçbir bilgileri olmadan, hiçbir donanım da kullanmadan bu ölçümü, insan yaşadığı sürece kusursuzca yaparlar.
hipotalamus
Şekil 1
Hipotalamus hücreleri kandaki sıvı miktarını ölçmekle görevlidirler.
Şekil 2
Hipotalamus hücreleri, kandaki sıvı miktarı normal seviyenin altına düştüğünde, alarm durumuna geçerek gerekli önlemleri de alır.
Bu küçük alıcıların sorumlulukları bununla da bitmez. Eğer kandaki sıvı oranının olması gereken seviyenin altına düştüğünü tespit ederlerse, hemen bunun için gerekli önlemi alırlar. Bu olağanüstü bir durumdur. Ayrıca alıcılar sadece sıvı oranını tespit etmekle kalmazlar, en ideal sıvı oranını da bilerek, gerekirse alarm durumuna geçerler. (şekil 2) Alarm durumuna geçen alıcı, hemen beynin arka kısmındaki hipofiz bezine mesaj gönderir. (şekil 3)
Burada üstünde durulması gereken önemli sorular bulunmaktadır. Bu alıcılar hipofiz bezinin yerini ve varlığını nasıl bilmektedirler? Ayrıca, alarm durumundalarken, kendilerine yardımın hipofiz bezinden geleceğini nasıl öğrenmişlerdir? Şüphesiz bu soruların cevabı Yüce Rabbimiz’in ilhamıdır. Sonsuz kudret sahibi olan Yüce Allah, yarattığı her canlıya olduğu gibi bu alıcılara da en kusursuz ilimle görevlerini ilham etmektedir.
hipotalamus
Şekil 3
Alarm durumuna geçen hipotalamus hücresi, derhal beynin arka kısmında bulunan hipofiz bezine bir mesaj gönderir.

Vazopressin hormonunun moleküler yapısı (Sağdaki resim)
Hipofiz bezi, mesajı alır almaz hemen kendisinde depolanmış olan vazopressin adlı hormonu kan dolaşımına daha fazla miktarda bırakmaya başlar. Ancak burada düşünülmesi gereken bir nokta vardır: Hipofiz bezinin aldığı mesaj ne tür bir mesajdır? Başka bir organdan gelen bir mesajı hipofiz bezi nasıl anlayabilir ve mesajı nasıl değerlendirerek hemen harekete geçebilir? Bunlar olağanüstü ve şükre vesile olması gereken mucizelerdir. (şekil 4)
hipotalamus
Şekil 4
Hipotalamus hücresinin gönderdiği mesajı alan hipofiz bezi, kendisinde depolanmış olan vazopressin adlı hormonu kan dolaşımına daha fazla miktarda bırakır.
Hipofiz bezinin kan dolaşımına bıraktığı vazopressin ise hipotalamustaki hücreler tarafından üretilen bir hormondur. Birazdan inceleyeceğimiz son derece önemli görevleri olan bu hormonun formülünü, hipotalamustaki hücreler nereden bilmektedirler?
Bu hormonun formülü DNA’ya şifrelenmiştir. Elbette ki bunlar Yüce Allah’ın mucizevi yaratış delillerinden yalnızca biridir. Ayrıca hatırlatmak gerekir ki, insan vücudundaki tüm hücrelerin çekirdeğindeki DNA’larda vazopressin hormonuna ait şifreler bulunmaktadır. Ancak bu şifreyi ne karaciğer hücreleri ne mide ne de kas hücreleri kullanmamakta, sadece hipotalamus hücreleri kullanarak, bu hormonu üretmektedirler. Bu dağıtım nasıl yapılmıştır? Diğer hücrelerde bu şifreyi kullanmalarını engelleyen nedir?
Vazopressin hormonu ile ilgili harikalar bunlarla da sınırlı değildir. Vazopressin hormonu üretildikten sonra, bir başka proteinin içine paketlenerek hipofiz bezine transfer edilir ve zamanı geldiğinde kullanılmak üzere burada depolanır. Küçücük bir hücre içinde, hayal bile edilemeyecek kadar küçük yapılar, son derece kusursuz detaylarla organize edilmiş bir fabrikanın farklı birimleri gibi çalışırlar. (şekil 5,6,7)
hipotalamus
Şekil 5
Vazopressin hormonu üretildikten sonra, bir başka proteinin içine paketlenir.
Şekil 6
Paketlenen vazopressin hormonları hipofiz bezine transfer edilir ve zamanı geldiğinde kullanılmak üzere burada depolanır.
hipotalamus
Şekil 7
Hipofiz bezine, kandaki su seviyesinin düştüğü haberi ulaşır ulaşmaz, hipofiz bezindeki depodan kan dolaşımına bırakılan vazopressin hormonları böbreklere ulaştırılır.
Mesaj geldikten sonra hipofiz bezindeki depodan kan dolaşımına bırakılan vazopressin hormonları, derhal böbreğe ulaşırlar. (şekil 8)
Bu arada hatırlatmak gerekir ki, vazopressin hormonları beyindeki hipofiz bezinden yola çıkmışlardır ve böbreklere ulaşıncaya kadar birçok organın yanından geçerler, ancak bu hormonlar sanki nereye gideceklerini, yollarını ve amaçlarını biliyorlarmış gibi, asla kaybolmadan veya başka bir organa gitmeden doğruca böbreklere ulaşırlar. Böbreklere gitmelerine dair emri nasıl almakta ve sözü edilen şuursuz moleküller nasıl olup da bu emri anlayarak yollarını bulabilmektedirler?
hipotalamus Şekil 8
Mesaj geldikten sonra hipofiz bezindeki depodan kan dolaşımına bırakılan vazopressin hormonları, derhal böbreğe ulaşırlar.  Sağ yanda böbrek kesiti görülmektedir.
Böbreğe ulaşan vazopressin hormonları, böbrekteki milyonlarca mikro kanalcığın çevresinde bulunan alıcılara kilitlenirler. Bu alıcılar, vazopressin için özel olarak yaratılmışlardır ve anahtarın kilide uyması gibi birbirlerine uygundurlar. (şekil 9)
hipotalamus Şekil 9
Böbreğe ulaşan vazopressin hormonları, böbrekteki milyonlarca mikro kanalcığın etrafında bulunan alıcılara kilitlenir. Bu alıcılar, vazopressin için özel olarak yaratılmışlardır öyle ki anahtarın kilide uyması gibi birbirlerine uygundurlar.
Bu uygunluk nasıl sağlanmıştır? Herhangi bir insan eğer işinin ehli değilse, birbirine tam olarak uyan iki farklı şekli oluşturmakta zorlanabilir. Oysa vücut içinde bunun birçok örneği vardır. Ayrıca, her iki parça, yani vazopressin hormonu ve böbrekteki alıcılar, vücudun bambaşka yerlerindeki çok farklı hücreler tarafından inşa edilmektedirler. Buna rağmen kusursuz bir uyum meydana gelmektedir. Bu uyum ise Rabbimiz’in kullarına bir rahmetidir.
Bu kilitlenme ile böbreğe “İdrar sıvısında bulunan su moleküllerini yakala” emri verilmiş olur. Bu haberleşme sistemi sayesinde idrarda bulunan su moleküllerinin büyük bir bölümü arıtılır ve tekrar kana karıştırılır. Sonuçta idrar miktarı azaltılmış ve vücuda su kazandırılmıştır.
Eğer gereğinden fazla su içilmişse bu sefer mekanizma tam tersine işler. Kandaki su yoğunluğu yükselir. Bu yükselme sonucu hipotalamusta bulunan algılayıcılar, vazopressin hormonunun salgılanması işlemini yavaşlatırlar. (şekil 10)
Vazopressin hormonu azalınca idrar sıvısı artar ve kandaki su miktarı normal seviyesine getirilmiş olur.
Bu kusursuz sistem, vücuttaki sistemlerden sadece çok küçük bir kesittir ve bu küçük kesit dahi hiçbir şeyin başıboş olmadığının, sonsuz akıl, ilim ve güç sahibi Allah’ın bu sistemi her an kontrol altında tuttuğunun delillerinden sadece bir tanesidir.
hipotalamus Şekil 10
Kandaki su yoğunluğu yükseldiğinde, hipotalamusta bulunan algılayıcılar vazopressin hormonunun salgılanması işlemini yavaşlatır.

2. Konu: Vücuttaki Kusursuz Güvenlik Sistemi



Vazopressin hormonunun bir başka özelliği daha bulunmaktadır; kan damarlarını kasar ve böylece kan basıncını artırabilir. Bu da çok özel tasarlanmış bir güvenlik-sigorta sistemidir ve insanın özel bir yaratılışla var edildiğinin bir başka delilidir. Bu güvenlik-sigorta sisteminin çalışabilmesi için yine geniş çaplı bir planlama yapılmıştır. Kalbin kulakçık bölgesinin ve kalbe gelen damarların içine kan basıncını ölçen çok özel alıcılar yerleştirilmiştir.
Bilindiği gibi bir insanın kan basıncını ölçebilmesi için teknolojik bir alet kullanması gerekir. Bu aletler birçok farklı daldan uzmanın iş birliği ile geliştirilmiştir ve ileri bir teknoloji ile üretilmektedirler. Oysa, kalbimizde aynı görevi, çıplak gözle görmemizin imkansız olduğu, çok küçük moleküller üstlenmiştir. Peki bu alıcılar, kan basıncını nasıl ölçerler, basınçtaki farklılığı nasıl algılarlar? Bunlar hissi, duyu organları ve dahası hissettiklerini algılayacak şuurları olmayan atomlardır. Ayrıca bu alıcılar kalbe, tam olması gereken yere nasıl yerleşmiştir? Tüm bu soruların cevapları, insana Allah’ın varlığını ve O’nun ilminin yüceliğini göstermektedir.
Bu alıcılardan çıkan sinirler ise, sanki bir kablo bağlantısı yapar gibi, hipofiz bezine bağlanmışlardır. Normal kan basıncı altında bu alıcılar sürekli olarak uyarılmakta ve bu kablolar aracılığı ile hipofiz bezine durmaksızın bir elektrik akımı göndermektedirler. (şekil 11) Hipofiz bezi ise bu sinyalleri aldığı sürece, vazopressin hormonunun salgılanmasını engellemektedir. Bu bir güvenlik şirketinin çalışma sistemine benzer. Güvenlik şirketinin daima hazır olarak bekleyen görevlileri, alarm sisteminin kurulu olduğu evden olumlu mesajlar aldıkları sürece harekete geçmezler. 1
Peki, güvenlik şirketi, yani hipofiz bezi ne zaman harekete geçer? Ciddi bir kanama durumunda insan çok kan kaybeder ve damarlarında bulunan kan miktarı azalır. Bu da kan basıncının düşmesi anlamına gelir ki, düşük kan basıncı hasta açısından çok tehlikelidir.
Kan basıncı düştüğü anda damarların ve kalbin içinde bulunan alıcıların hipofize gönderdikleri sinyal de kesilir. Bu da hipofizin alarm durumuna geçmesine ve vazopressin hormonu salgılamasına neden olur. (şekil 12) Hipofizin sinyalin kesilmesini hemen fark ederek gerekeni yapması ise son derece şuurlu bir harekettir. Oysa, bu şuurlu hareketlerin tamamı bazı atomların birleşmesinden oluşan küçük moleküllere aittir.
Vazopressin hormonu derhal kan damarlarının etrafında bulunan kasların kasılmasına neden olur ve bu işlem kan basıncının yükselmesini sağlar. Oldukça kompleks olan, birbirine bağımlı çalışan ve birçok parçadan oluşan bu sistemin, üzerinde düşünülmesi gereken birçok detayı vardır.
Vazopressin hormonunu üreten hipotalamus hücreleri, kendilerinden çok uzakta bulunan damarların etrafındaki kas hücrelerinin yapısını nereden bilmektedirler?
Kan basıncının artması için bu damarların kasılmaları gerektiğini nasıl öğrenmişlerdir?
Bu hücrelerin kasılmalarını sağlayacak kimyasal formülü nasıl üretebilmektedirler?
hipotalamus
Şekil 11
Kalpteki alıcılar, sinirler aracılığıyla hipofiz bezine bağlıdırlar. Normal kan basıncı altında bu alıcılar sürekli uyarılmakta ve hipofiz bezine durmaksızın elektrik akımı göndermektedirler.
Şekil 12
Kan basıncı düştüğünde kalpteki alıcılar hipofiz bezine sinyal göndermeyi keserler. Bu da hipofizin alarm durumuna geçmesine ve vazopressin salgılamasına neden olur.
Kalp ve hipofiz arasındaki iletişim ağının kabloları döşenip böyle kusursuz bir alarm sistemi nasıl meydana gelmiştir?
Şüphesiz ortada mükemmel bir yaratılış vardır. Ve bu insanın şuursuz tesadüfler sonucu değil, Allah’ın yaratması ile var edildiğini göstermektedir. Evrimcilerin, vücuttaki haberleşme ve alarm sisteminin tesadüfen var olduğunu, hücrelerin kendi kendilerine bu sistemi aklettiklerini, tasarladıklarını ve inşa ettiklerini iddia etmeleri büyük bir mantık çöküntüsünün sonucudur. Böyle bir iddia, bir arsaya yığılan çimento, tuğla, elektrik kablosu gibi malzemelerin, çıkan bir fırtına sonucunda önce tesadüfen bir gökdelen meydana getirdiklerini, sonra ardından çıkan ikinci bir fırtına ile bu gökdelenin içine elektrik sistemi döşediklerini, üçüncü bir fırtınada ise, binanın içine mükemmel bir güvenlik sistemi kurduklarını iddia etmeye benzer. Akıl ve vicdan sahibi hiçbir insan böyle mantıksız bir iddiayı kabul etmez. Ancak, evrimcilerin iddiası bundan daha da mantıksızdır. Yüce Allah’ın varlığını inkar etmek konusunda (Allah’ı tenzih ederiz) ısrar içinde olan evrimciler, söylediklerinin ne kadar akıl dışı olduğunu göz önünde bulundurmaksızın evrim teorisini savunurlar. Oysa Yüce Allah’ın varlığı ve gökten yere her şeyi mükemmel bir yaratılış ile var ettiği çok açık bir gerçektir.
hipotalamus


DİPNOTLAR

1- Terzioğlu Meliha, Oruç Tülin, Yiğit Günnur, Fizyoloji Ders Kitabı, İstanbul, İ. Ü. Basımevi ve Film Merkezi, 1997, s. 3991

3. Konu: Anne Sütü ve Oksitosin Hormonu



Anne sütü, Allah’ın yarattığı sayısız mucizeden yalnızca biridir. Anne sütünde yeni doğmuş bir bebeğin her türlü ihtiyacı bulunmaktadır. Dahası, bebeğin gelişim aşamalarında değişen ihtiyaçlarına göre anne sütünün içeriği de değişmektedir. Bilim adamlarının laboratuvarlarda dahi bir benzerini üretemedikleri anne sütünü üretenler ise, annenin göğsündeki bazı hücrelerdir. Bu hücreler, anne sütünün eşsiz formülüne sahiptirler ve ne zaman üretime başlamaları gerektiğini, ne zaman ürettikleri maddenin içeriğini değiştirmeleri gerektiğini bilirler.
Peki anne sütünün üretimi nasıl başlar ve bu üretim nasıl kontrol edilir? Bu sorunun cevabında yine birçok yaratılış mucizesi gizlidir. Süt üretiminde hormonal sistem ve sinir sistemi ortaklaşa görev yaparlar. Kusursuz bir bilgi akışı ve planlama sonucunda bu üretim gerçekleştirilir. (şekil 13)
Annenin göğsünde bulunan süt bezlerini harekete geçiren çok özel bir hormon vardır. Bu hormon prolaktin hormonudur. Prolaktin hormonu hipofiz bezinden salgılanır.
hipotalamus
Şekil 13
Anne sütünün üretiminde hormonlar adeta bir fabrikanın akıl, bilgi ve şuur sahibi teknisyen ve işçileri gibi çalışırlar. Her detay, Allah’ın sonsuz ilminin ve aklının bir tecellisidir.
Ancak hamilelik döneminin başında prolaktin hormonunun salgılanmasını kısıtlayan bazı faktörler vardır. Bu faktörleri yokuş aşağı    inen bir arabanın fren pedalına basılması gibi düşünebiliriz. Araba aşağı doğru hareket etme eğilimindedir, ancak frene basılı olduğu sürece hareket edemez. Yani süt üretimi frenlenmiş olur.
Prolaktin hormonunun frenlenmesi çok yerinde bir karardır. Çünkü bebek daha doğmadığı için annenin erken süt salgılamasının bir yararı yoktur. Peki bu frene nasıl basılır? Prolaktinin gereğinden erken salgılanması nasıl engellenir? Burada mükemmel bir sistem devreye girer. Beynin hipotalamus bölgesi, prolaktin hormonunun üretimini engelleyen bir hormon salgılar. PIH (Prolaktin Inhibiting Hormon- Prolaktin Engelleyici Hormon) olarak isimlendirilen bu hormon prolaktin üretimini yavaşlatır, yani bir anlamda frene basar.
hipotalamus
Şekil 14,15
PIH hormonu prolaktin üretimini gerektiğinde yavaşlatır, gerektiğinde ise hızlandırır. Bu sayede hamileliğin ilk aylarında süt üretimi engellenmiş olur. Bu, elbette ki hormonların akledebilecekleri bir sistem değildir. Allah, her detayı kusursuzca yaratandır.
Peki frene basılması nasıl sağlanır? Hamilelik döneminde üretilen östrojen isimli bir hormon, hipotalamusun frene basmasını, yani PIH üretmesini sağlar. (şekil 14, 15) Bebeğin doğumuyla birlikte östrojen salgısı azalır. Östrojenin azalması PIH’ın azalmasını sağlar. Bu işlem ayağın frenden yavaş yavaş kalkmasına ve arabanın yokuş aşağı hareket etmesine benzer. (şekil 16) Böylece prolaktin üretimi yavaş yavaş artar. Prolaktin hormonu da süt bezlerini anne sütü üretmeleri için harekete geçirir.
hipotalamus
Şekil 16
Bebeğin doğumuyla birlikte östrojen salgısı azalır. Östrojenin azalması PIH’ın azalmasını sağlar. Bu işlem ayağın frenden yavaş yavaş kalkmasına ve arabanın yokuş aşağı hareket etmesine benzer. Böylece prolaktin üretimi yavaş yavaş artar. Prolaktin hormonu da süt bezlerini anne sütü üretmeleri için harekete geçirir.
Ortada gerçek bir yaratılış harikası bulunmaktadır. Hamileliğin ilk aylarında süt üretimi bu tasarım sayesinde engellenmiştir. Şimdi bütün bu sistem üzerinde dikkatli bir şekilde düşünelim:
Prolaktin hormonunu üreten hipofiz hücreleri, süt bezlerini nereden tanımaktadırlar? Süt üretmekle görevli hücrelere “süt üret” emrini hangi akıl ve şuurla vermektedirler?
Doğum öncesinde prolaktin üretimini engelleyen hormonlar, sütün henüz üretilmemesi gerektiğini, bir süre daha beklenmesi gerektiğini nereden bilirler?
Bu hormonlar süt üretimini prolaktinin yaptığını ve süt üretimini engellemek için prolaktin hormonunun üretiminin engellenmesi gerektiğini nasıl öğrenmişlerdir?
Bütün bu mucizevi sistemi yaratan alemlerin Rabbi olan Allah’tır. Ve her şey O’nun ilham ettiği şekilde hareket etmektedir.

4. Konu: Kalsiyum Ölçerler



Kandaki kalsiyum, miktarı, insanın hayatta kalabilmesi için son derece önemli bir faktördür. Bir insanın yaşamını sürdürebilmesi için nasıl nefes almaya ve su içmeye ihtiyacı varsa, kanında belli bir miktarda kalsiyum bulunmasına da ihtiyacı vardır. Kandaki kalsiyum miktarı olması gerekenin altına düştüğünde, insan yaşamını yitirir.
Kalsiyum, vücudumuzda birçok hayati fonksiyonun gerçekleşmesini sağlar. Kalsiyum olmadan kan pıhtılaşmaz, bu durumda küçük bir yara veya kesik dahi insanın kan kaybından ölmesine neden olabilir. Kalsiyum sinir uyarılarının iletilmesinde de çok önemli bir rol alır. Kalsiyum aynı zamanda kasların çalışmasını ve kemiklerin sağlamlığını da sağlar. Yetişkin bir insan vücudunda yaklaşık 2 kg kadar kalsiyum bulunur. (şekil 17) Bu kalsiyumun yüzde 99′u kemiklerde depo edilmiştir. Geri kalanı ise metabolizma ile ilgili işlevlerde kullanılır. Vücut fonksiyonlarının devam etmesi için de yaklaşık olarak 0.5 gramlık kalsiyumun kanda dolaşması yeterlidir.2
hipotalamus
Şekil 17
Yetişkin bir insan vücudunda yaklaşık 2 kg kadar kalsiyum bulunur.
Şimdi şu hayali örnek üzerinde düşünelim: Önünüze özel bir şişe içinde 1 litre kan konulmuş olsun. Ve bu kanın ameliyatta bekleyen bir hastaya nakledileceği, ancak bir problem olduğu söylensin. Bu kanın içinde kalsiyum eksikliği bulunduğu, ancak ne kadar eksik olduğunun tespit edilemediği belirtilsin. Ayrıca size kullanmanız için büyükçe bir kapta kalsiyum tozu da verilmiş olsun ve sizden eksik miktarı tamamlamanız istensin. (şekil 18)
Acaba ne yapardınız?
Öncelikle yapmanız gereken, önünüzdeki kanda ne kadar kalsiyum bulunduğunu ölçmek olacaktır. Ancak bunun için çok gelişmiş teknolojik aletler gereklidir ki, buna zaman ve imkan o an için yoktur. Bu durumda oldukça çaresiz kalırsınız.
Ancak tüm insanların vücudunda her an kalsiyum oranını hesaplayarak gerekli önlemleri alan muhteşem bir mekanizma bulunmaktadır: Tiroid bezi ve tiroid bezinin içerisine gömülmüş bulunan bir başka hormonal bez olan paratiroid bezleri, vücutta kalsiyum dengesinin sağlanması için son derece akılcı bir plana uyarak çalışırlar. Özellikle paratiroid bezinin tek görevi, bütün ömrünüz boyunca, gece-gündüz kanınızda ne kadar kalsiyum bulunduğunu ölçmek ve kalsiyum oranını en ideal ölçülerde tutmaktır. (şekil 19)
hipotalamus
Şekil 18
Paratiroid bezinin görevi, gece-gündüz kanınızda ne kadar kalsiyum bulunduğunu ölçmek ve kalsiyum oranını en ideal ölçülerde tutmaktır. Kandaki kalsiyum miktarıının eksildiğini tespit ettiğindeyse, hemen bunun önlemini almaktadır.
Paratiroid bezi ürettiği son derece özel bir yaratılışa sahip parathormon vasıtasıyla kanda bulunan kalsiyum oranına müdahale eder. Eğer kanda kalsiyum miktarı düşerse hemen parathormon salgılar.3 (şekil 20)
hipotalamus
Şekil 19
Paratiroid bezi kandaki kalsiyum miktarı düşünce hemen parathormonu salgılayarak duruma müdahele eder.
Şekil 20
Parathormon, üç ayrı yöntem kullanarak kandaki kalsiyum miktarını artırır.
Paratiroid bezi küçük bir et parçasıdır. Hücrelerin biraraya gelmesinden oluşan bir et parçası, önünden akan kan ırmağı içinde bulunan kalsiyum atomlarını nasıl tespit eder? Gözü, kulağı, elleri olmayan hücreler, kanda bulunan tuz, glikoz, yağ, amino asitler, proteinler, hormonlar, enzimler, laktik asit, karbondioksit, azotlu atık, sodyum, potasyum, üre, ürik asit, demir, bikarbonat gibi binlerce farklı madde arasından kalsiyum atomlarını nasıl teşhis edebilir? Hücre, kalsiyumu nasıl tanır? Kalsiyumun kanda ne kadar bulunması gerektiğini nereden bilir? Kalsiyum miktarını hangi şuur ile ölçer? Kalsiyumun az mı yoksa fazla mı olduğuna nasıl karar verir?
hipotalamus
Kandaki milyonlarca molekülün  içinden kalsiyumu tespit edip, sonuca göre önlem alabilen paratiroid bezleri.
Bu noktada tekrar hatırlatmak gerekir ki, bu hücreler akıl ve şuur sahibi olmayan, milimetrenin ancak %1′i büyüklüğünde varlıklardır. Bu varlıkların bizim adımıza kandaki kalsiyum miktarını başarı ile ölçebiliyor olmaları, sonsuz ilim sahibi Yüce Allah’ın yaratışının delillerinden sadece bir tanesidir.
Paratiroid hücreleri yaptıkları ölçümler sonucunda kalsiyum miktarının düştüğüne karar verirlerse hemen parathormon salgılarlar. Peki parathormon kalsiyum miktarını nasıl yükseltecektir? Bu küçük molekül nereden kalsiyum bulabilecektir? Parathormon, her biri için çok geniş biyoloji bilgisine sahip olunması gereken 3 ayrı yoldan kan için kalsiyum kaynağı bulur:
1.  Kemiklerde bol miktarda kalsiyum bulunur. Parathormon, kalsiyumun bir kısmını kemiklerden ödünç alır. Kemik hücreleri, kalsiyumu depolarlar ve normal şartlarda bırakmak istemezler. Ancak parathormonun formülü ile karşılaştıklarında doğal olarak bir miktar kalsiyumu serbest bırakırlar. (şekil 20)
2.  İdrarla birlikte bir miktar kalsiyum vücuttan atılmaktadır. İdrardaki kalsiyumun tekrar kana karıştırılması gerekmektedir. Bunun içinse, böbrek hücrelerinin idrardaki kalsiyum moleküllerini yakalamaları ve geri almaları gerekir. Bu kez parathormon böbrek hücrelerine bu emri verir ve böbrek hücreleri bu emre itaat ederek, kalsiyum moleküllerini geri toplarlar. (şekil 21)
Şekil 20
Parathormon ihtiyaç durumunda kemiklerde depolanan kalsiyumu ödünç alır. 

hipotalamus
Normal şartlarda kalsiyumu bırakmak istemeyen kemikler parathormon ile karşılaştıklarında bir miktar kalsiyumu serbest bırakır.
3. Son yöntem ise, vücuda giren kalsiyumun en fazlasıyla kullanıma geçirilmesidir. Yediğiniz besinlerdeki kalsiyumun kana karışması ince bağırsakta gerçekleşmektedir. Ancak kalsiyumun geri emilmesi için bağırsak hücrelerinin aktif hale gelmiş D vitaminine ihtiyaçları vardır. Bu noktada büyük bir problem ortaya çıkmaktadır; çünkü yediğiniz besinler yoluyla elde ettiğiniz D vitamini aktif halde değildir.4 Bağırsaklarınızın daha çok kalsiyum emmesi, dolayısıyla kandaki kalsiyum miktarını artırmanız için bu problemi ortadan kaldırmanız gerekmektedir. Yani aktiflenmemiş D vitamininin kimyasal yapısını değiştirecek ve aktiflenmiş bir hale getirecek çok özel bir molekül bulmak zorundasınız. Bu molekül yine parathormondur. (şekil 22)
hipotalamus
Şekil 21
İçinde kimyasal maddeler bulunan bir nehirden aradığınız kimyasalı bulmak için bir uzman olmanız, gerekli teknoloji ve bilgiye sahip olmanız gerekir. Oysa hormonlar hiçbir donanıma sahip olmadan bunu tek başlarına büyük bir başarıyla yerine getirirler.
Şimdi bu noktada çok dikkatli bir şekilde düşünmek gerekir. Kanda bulunan kalsiyum miktarının artırılması için birbirinden bağımsız 3 farklı yol bulunmaktadır ve birbirinden çok farklı bu üç sistemin çalışmaya başlamasını sağlayan anahtar aynıdır. Bu anahtar üç sistemin de kontağını çevirmektedir. Daha da hayranlık uyandırıcı olan, birbirinden çok farklı yapıda bulunan ve çok farklı çalışma şekilleri bulunan bu sistemlerin kontakları çevrildiği zaman, elde edilen sonucun aynı olmasıdır: “Kanda bulunan kalsiyum miktarını artırması.”
Peki bu hormonun formülünü paratiroid hücreleri nasıl bulmuşlardır? Bu molekülün, kemikleri, böbrekleri ve D vitaminini etkileyeceğini nasıl bilmişlerdir? Nasıl olmuş da tarih boyu yaşamış milyarlarca insanın paratiroid bezi –hastalık vakaları dışında- bu doğru formülü üretmeyi başarmıştır? Kemiklerin kalsiyum depoladıklarını, idrar içinde atılmak üzere olan kalsiyum bulunduğunu ve ince bağırsak hücrelerinin kalsiyum emmek için aktif D vitaminine ihtiyaçları olduğunu, paratiroid hücreleri nereden bilirler? Bu üç sistemi çalıştıracak formülü nasıl bulmuşlardır? Şuursuz hücreler insanı dahi aciz bırakan bu akıl gösterisini nasıl yaparlar?
Hücrelerin üzerinde tecelli eden bu akıl ve planlama, elbette hücreleri de, kalsiyum molekülünü de, insanı da yoktan var eden, insanı kalsiyum molekülüne muhtaç bir şekilde yaratan, sonra bu ihtiyacın karşılanması için kusursuz bir sistem var eden, göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin Rabbi, Rahman ve Rahim olan Allah’tır. Şüphesiz Allah’ın şanı çok Yücedir.
Allah… O’ndan başka İlah yoktur. Diridir, kaimdir. O’nu uyuklama ve uyku tutmaz. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. İzni olmaksızın O’nun Katında şefaatte bulunacak kimdir? O, önlerindekini ve arkalarındakini bilir. (Onlar ise) Dilediği kadarının dışında, O’nun ilminden hiçbir şeyi kavrayıp-kuşatamazlar. O’nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp-kuşatmıştır. Onların korunması O’na güç gelmez. O, pek Yücedir, pek büyüktür. (Bakara Suresi, 255)
hipotalamus
Şekil 22
Parathormon, ihtiyaç durumunda, aktifleşmemiş olan D vitaminin kimyasal yapısını değiştirerek, aktif hale getirir. Bir nevi uykudaki D vitaminlerini uyandırır.

DİPNOTLAR

2- Musa Özet, Osman Arpacı, Biyoloji 2, Sürat Yayınları, Şubat 98, s. 127
3- Helena Curtis, Sue Barnes, Invıtation To Biology: Dördüncü Baskı, New York, Worth Publisher, INC, Ağustos 1985, s. 472
4- Biological Science A Moleculer Approach,  BSCS Blue Version-6. Bask, Colorado1990,  s. 517

5. Konu: Şeker Fabrikası



Eğer ihtiyacınızdan biraz daha fazla şekerli gıda yerseniz, vücudunuzdaki son derece detaylı ve kusursuz bir sistem kandaki şeker oranının yükselmesini engellemek için devreye girer:
1- Öncelikle pankreas hücreleri, kan sıvısının içinde bulunan milyonlarca molekül arasından şeker moleküllerini bulur ve diğerlerinden ayırt eder. Dahası bu moleküllerin sayılarının fazla mı, yoksa az mı olduklarına karar verir, adeta şeker moleküllerini sayar. Gözü, beyni, elleri olmayan, gözle göremeyeceğimiz küçüklükteki hücrelerin bir sıvının içindeki şeker moleküllerinin oranı hakkında fikir sahibi olması, üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur. (şekil 23)
2- Eğer pankreas hücreleri kanda gereğinden fazla şeker olduğunu belirlerlerse, bu fazla şekerin depolanmasına karar verirler. Ancak bu depolama işini kendileri yapmaz, kendilerinden çok uzakta bulunan başka hücrelere yaptırırlar.
hipotalamus
Şekil 23
Pankreas hücreleri, kan sıvısının içinde bulunan milyonlarca molekül arasından şeker moleküllerini  ayırt edebilirler.
Dahası bu moleküllerin sayılarının fazla mı, yoksa az mı olduklarına karar verir, adeta şeker moleküllerini sayarlar. (Sağ alttaki resim)
3- Uzaktaki bu hücreler kendilerine aksi bir emir gelmediği sürece şeker depolamak istemezler. Ancak pankreas hücreleri, bu hücrelere “Şeker depolamaya başlayın” emrini taşıyacak bir hormon yollar. “İnsülin” adı verilen bu hormonun formülü, pankreas hücreleri ilk oluştukları andan itibaren DNA’larında kayıtlı bulunmaktadır. (şekil 24)
4- Pankreas hücrelerindeki özel “enzimler” (işçi proteinler) bu formülü okurlar. Okunan formüle göre de insülin adlı hormonu üretirler. Bu üretimde her biri farklı görevlerde yüzlerce enzim çalışır.
5- Üretilen insülin hormonu, en güvenli ve en hızlı ulaşım ağı olan kan yoluyla hedef hücrelere ulaştırılır. Bu hedef hücrelerden biri karaciğer hücreleridir.
hipotalamus
Şekil 24
Pankreas hücreleri, ilgili hücrelere “Şeker depolamaya başlayın” emrini taşıyan bir hormon yollarlar. Bu hormonun adı “insülin”dir.
Şekil 25
İnsülin hormonu, pankreas hücrelerindeki özel enzimler tarafından üretilerek, kan yoluyla karaciğer ve diğer ilgili organlara ulaştırılır.
6- İnsülin hormonunda yazılı olan “Şeker depolayın” emrini okuyan karaciğer hücreleri ise bu emre kayıtsız şartsız itaat ederler. Şeker moleküllerinin hücrelerin içine geçmesini sağlayacak kapılar açılır. (şekil 25)
7- Ancak bu kapılar rastgele açılmaz. Karaciğerdeki depo hücreleri kandaki yüzlerce farklı molekül arasından sadece şeker moleküllerini ayırt eder, yakalar ve kendi içlerine hapsederler. (şekil 26, 27)
8- Karaciğer hücreleri, kendilerine ulaşan emre hiçbir zaman itaatsizlik etmez. Bu emri yanlış anlamaz, hatalı maddeleri yakalamaya, gereğinden fazla şeker depolamaya kalkmaz. Büyük bir disiplin ve özveri ile çalışır.
hipotalamus
Şekil 26, 27
Pankreastaki depo hücreleri, kandaki milyonlarca farklı molekül arasından şeker moleküllerini ayırt eder, ihtiyaç kadar olanı alarak depolar.
Böylece siz fazla şekerli bir çay içtiğinizde, bu olağanüstü sistem devreye girer ve fazla şekeri vücudunuzda depolar. Eğer bu sistem çalışmasaydı, o zaman şeker hızla yükselir ve kişinin komaya girerek ölmesine neden olurdu. Bu o kadar mükemmel bir sistemdir ki gerektiği zaman tersine de çalışabilir. Eğer kandaki şeker normalin altına düşerse, bu sefer pankreas hücreleri bambaşka bir hormon olan “glukagon”u üretirler. Glukagon daha önce şeker depolayan hücrelere bu sefer “Kana şeker karıştırın” emrini taşır. Bu emre de itaat eden hücreler depoladıkları şekeri geri bırakırlar. (şekil 28)
Nasıl olur da, bir beyne, sinir sistemine, göze, kulağa sahip olmayan hücreler, bu denli büyük hesapları ve işleri kusursuzca başarırlar? Proteinlerin ve yağ moleküllerinin yan yana gelmesiyle oluşan bu şuursuz varlıklar, nasıl olur da insanların bile yapamayacakları kadar büyük işler yapabilirler? Şuursuz moleküllerin sergiledikleri bu büyük bilincin kaynağı nedir? Elbette bu olaylar, bizlere tüm evrene ve tüm canlılara hakim olan Allah’ın varlığını ve kudretini gösteren sayısız delilden sadece birkaçıdır. Allah ayetlerinde şöyle buyurmaktadır:
Şüphesiz, yerde ve gökte Allah’a hiçbir şey gizli kalmaz. Döl yataklarında size dilediği gibi suret veren O’dur. O’ndan başka İlah yoktur; üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir. (Al-i İmran Suresi, 5-6)
hipotalamus
Şekil 28
Glukagon daha önce şeker depolayan hücrelere bu kez “kana şeker karıştırın” emrini taşır. Bu emre itaat eden hücreler, depoladıkları şekeri kana geri bırakırlar.

6. Konu : Acil Yardım: Adrenalin Hormonu



Tehlike veya bir korku anında her insana yardım eden bir molekül vardır: Adrenalin hormonu. Bu hormon, örneğin kullandığı uçağı arıza yapan bir pilotun beyin hücrelerini alarma geçirir, beynine daha çok kan ve şeker gönderir ve pilotun daha dikkatli olabilmesini sağlar. Aynı zamanda pilotun kalp atışlarını ve kan basıncını artırır, daha atik ve daha hızlı olabilmesini sağlar; solunum yollarını açar, böylece daha fazla oksijen almasını ve kas ve beyin hücrelerine daha çok kan gitmesini sağlar. İskeleti ve kasları daha güçlü kasar, kanda bulunan şeker seviyesini artırır ve böylece pilotun fazladan ihtiyaç duyduğu enerjiyi alması için imkan sağlar.
hipotalamus
Şekil 29
Korku veya heyecan anında beyin, böbrek üstü bezlerine yıldırım gibi bir emir gönderir.
Şekil 30
Böbrek üstü bezinin iç bölgesinde bulunan hücreler derhal alarm durumuna geçer.
Şekil 31
Ve acil olarak adrenalin hormonu salgılar.
bobrekustubezi
Böbrek üstü bezlerinin ürettikleri ve depoladıkları bu mucizevi hormon birçok özelliğe sahiptir ve Allah’ın üstün ilminin ve kusursuz yaratışının bir delilidir.
Öncelikle adrenalinin yukarıda sayılan etkileri nasıl meydana getirebildiğini inceleyelim. Tehlikenin ortaya çıkması ile birlikte vücutta alarm düğmesine basılır. Beyin, böbrek üstü bezlerine yıldırım gibi bir emir gönderir. Böbrek üstü bezinin iç bölgesinde bulunan hücreler alarm durumuna geçer ve acil olarak adrenalin hormonu salgılar. Adrenalin molekülleri kana karışır ve vücudun çeşitli bölgelerine dağılır. (şekil 29,30,31)
Salgılanan adrenalin molekülleri, beyin, kalp ve kaslar gibi hayati organlara giden damarları genişletir, böylece bu organların ihtiyacı olan fazla kan temin edilmiş olur. 5 (şekil 32)
Adrenalin moleküllerinin yaptığı düzenleme kalbe, beyne ve kaslara giden damarları açarken, karaciğere ve deriye giden damarları daraltmaktadır. (şekil 33)
Böylece beden için ihtiyaç duyulan destek en iyi şekilde sağlanmış olur.


hipotalamus
Şekil 32
Adrenalin hormonu, beyin, kalp ve kaslar gibi hayati organlara giden damarları genişleterek, bu organlara kan akışının artmasını sağlar.
hipotalamus
Şekil 33
Adrenalin hormonu karaciğere ve deriye giden damarları daraltarak, kanın o an ihtiyaç duyulan organlara gitmesini sağlar.
Deriye az kan pompalanmasının bir başka nedeni daha vardır: Bu sayede muhtemel bir yaralanmada kan kaybetme riski en aza indirilmiş olacaktır. Aşırı heyecan karşısında deride gözlemlenen soluklaşmanın nedeni de, o anda deriye daha az kan pompalanıyor olmasıdır.6
Hiçbir zaman yanlışlıkla kalbe veya beyne giden damarlar daralıp karaciğere veya deriye giden damarlar genişletilmez. Adrenalin molekülü ne yapması gerektiğini çok iyi bilir. Bedeninizde bulunan yüzlerce damarın çapı ve bu damarların nereye ne miktarda kan ilettikleri, gözle görülmeyen bir hormon tarafından ayarlanmaktadır.
Adrenalin molekülleri her organ için farklı bir anlam taşır; damara gittiği zaman damarı genişleten adrenalin molekülü, kalbe gittiği zaman da kalp hücrelerinin kasılmalarını hızlandırır. Böylece kalp daha hızlı atar ve kaslara fazladan güç elde edebilmeleri için ihtiyaçları olan kan sağlanmış olur. (şekil 34)
hipotalamus
Şekil 34
Adrenalin hormonu sayesinde, ihtiyaç anında insan bedeni güç ve direnç kazanır.
Adrenalin molekülü kas hücrelerine ulaştığı zaman da kasların daha güçlü bir şekilde kasılabilmelerini sağlar. (şekil 35) Karaciğere ulaşan adrenalin molekülleri, burada bulunan hücrelere, kana daha çok şeker karıştırmalarını emreder. Böylece kandaki şeker miktarı artar ve kasların ihtiyacı olacak fazladan yakıt sağlanmış olur. (şekil 36)
Bu çok küçük molekül, ne zaman ne yapması gerektiğini çok iyi bilmekte, ihtiyaç duyulmadığı sürece insan vücudunu asla alarm durumuna geçirmemektedir. Bunun dışında hangi hücrelere gitmesi gerektiğini, hangilerine nasıl bir emir vermesi gerektiğini de çok iyi bilmekte ve bunu hiç unutmamaktadır. Ayrıca tüm bunlar, hücreleri, organları ve işlevlerini çok iyi tanıdığını ve bildiğini de göstermektedir. Vücudun ne zaman bu durumdan çıkartılması gerektiği konusunda da hiçbir zaman yanılmamaktadır.
Aksi takdirde yani böyle bir hata yaptığında vücutta onarılmaz hasarlar meydana gelebilir. Ancak, bu küçük moleküller büyük bir sorumluluk bilinciyle çalışmaktadırlar. Birkaç atomun, belirli bir düzen ile birleşmesinden meydana gelen, cansız, şuursuz, beyni ve gözü olmayan bir molekülün bu kadar akılcı, organize ve seri bir şekilde hareket etmesi mümkün müdür? Peki tüm bunları, bu, gözle görülmeyecek kadar az miktardaki sıvının kendi aklı ve iradesi ile gerçekleştirmesi mümkün olabilir mi? Elbette ki hayır.
Tüm bu anlatılanlar, vücudumuzdaki her molekülü Allah’ın yarattığını ve bunların, hayatımız boyunca her an Yüce Allah’ın gücü, iradesi, kontrolü ve emri ile faaliyet halinde olduğunu gösteren delillerden sadece bir tanesidir. Yüce Allah’ın gücü, kudreti, yaratışındaki üstün   ilim ve akıl her an, her yerde tecelli etmektedir. Kuran’da bildirildiği gibi; “Göklerde ve yerde ne varsa tümü Allah’ındır. Allah, her şeyi kuşatandır.” (Nisa Suresi, 126)
hipotalamus
Şekil 36
Karaciğere ulaşan adrenalin molekülleri, burada bulunan hücrelere, kana daha çok şeker karıştırmalarını emreder. Böylece kandaki şeker miktarı artar.

DİPNOTLAR

5- Eldra Pearl Solomon, İnsan Anatomisine ve Fizyolojisine Giriş, Çeviri: Doç. Dr. L. Bilkem Süzen, İstanbul, Birol Basın Yayın Dağıtım, Ağustos 1997, s. 140
6- Musa Özet, Osman Arpacı, Biyoloji 2, Sürat Yayınları, Şubat 98, s. 133